2 ay geçti... 2 tam ay... Bekledim. Kendimi dinledim. "Geçer mi? Alışır mıyım?" dedim. Başka şeylerle ilgilendim, belki de "gittiğinin gerçeğini" unutmak, aklımdan silmek istedim...
Olmadı. Yapamadım...
Biliyor musun, gündüzleri bir şekilde iş yerinde seni aklıma getirmemeyi başardım; ama eve gittikten, kendimle kaldığım andan itibaren hep seninle oldum. Seni düşündüm, yaşadıklarımızı, konuşmalarımızı, kahkahalarını... Öfkelerini.. Dinlediğim her müzikte, yediğim her yemekte, izlediğim her filmde.. Hep sen oldun.
Bu aralar, gençliğini, Kayseri'deki hallerini, görmemiş olsam da, gözümün önüne getirmeye çalışıyorum. Çekmece diplerinde bulduğum siyah beyaz fotoğraf karelerini birleştirip onlardan senin hikayeni yaratmaya çalışıyorum.. Çok pişmanım, keşke sana sordaydım; bana anlatsaydın hayat hikayeni, baştan sonra... Başkalarından eksik ya da fazla dinlemeseydim. Geçen gün anneme sordum; - Anne; siz İstanbul'a taşınırken sen kaç yaşındaydın?
- 5 yaşındaydım kızım.
- Peki nasıl gittiniz Istanbul'a o kadar kalabalık tek arabaya nasıl sığdınız?
- Bizi babam götürdü Istanbul'a. Büyükbabaanne ve büyükdede sonradan geldiler.
- Peki dedem hangi arabayı kullandı?
- Vosvostu arabamız.
İşte... Ben bu cevapları alırken, kafamda filmi çevirmeye başlamıştım çoktan... Siyah beyaz bir film karesiydi. Annem 5 yaşında, arabanın arka koltuğunda oturuyor, belki elinde çok sevdiği bir oyuncağı. Anneannem her zamanki güzelliğiyle yan koltukta oturmuş dedemin arabayı sürmesini bekliyor. Hava soğuk ki; dedemin başında yandan çarklı bir şapkası, üzerindeyse anneannemin ördüğü krem rengi boğazlı kazağı var. Dedem incecik, çok ama çok genç. Daha 34 yaşında. Arabanın bagajını açıp kahverengi bavulları yerleştiriyor bagaja. Çok mutlu, çok, çok umutlu ve heyecanlı... "Tamam" diyor, "Hazır mıyız"?
Dedem... Senin gönlün hep gençti; sen hep delikanlıydın; hep hiddetli, hep heyecanlı, hep savaşçı, hep inatçıydın... Çok inanmıştım; son anına kadar inanmıştım.
Geçen gün sana geldim; ne garip bir duyguymuş. Toprağına dokundum. Acaba dedim, toprağı yerinden kaldırsam, sana dokunabilir miyim? Acaba dedim, gökyüzüne baksam, seni görebilir miyim?
Evet, arada başımı kaldırıp gökyüzüne bakıyorum uzun uzun... Silüetini görürüm belki kendini gösterirsin bana diye.. Gökyüzündeki şekilleri senin yüzüne benzetmeye çalışıyorum; "O mu acaba" diyorum.. Adaya gidiyorum. Geçtiğin sokaklardan geçiyorum, oyun arkadaşlarını görüyorum, evimize giriyorum. Seni arıyorum ben her adımda, gördüğüm her çiçekte, yaprakta. Yerde, gökte, anlayacağın her yerde seni arıyorum; bana bir ipucu verir, diyorum. Ama göremiyorum, bulamıyorum.
Yıllar çok çabuk geçmiş be dedem. Daha dün dede torun haftasonları gezmelere gidiyorduk. Daha dün beni klüpteki mangalbaşına götürüyordun İsmet Amca, Burhan Amca'larla... Daha dün birlikte saz çalıp şarkılar söylüyorduk. Daha dün kedimiz Duman dört kat aşağıya düştü diye ağlıyorduk, ve kurtarabildik diye seviniyorduk. Daha dün kardeşimin sünnet düğününde, kendi düğünümde sana şarkı söylüyordum. Daha dün....
Peki ya bugün? Hepsi hatıra, hepsi tecrübe, hepsi aklımda mı? Peki ya aklımı kaybedersem? Nerede saklayacağım ben bütün bu yaşadıklarımızı? Kalbim hatırlayabilir mi ki her şeyi?
İyisi mi, hala aklım yerindeyken, hala hatırlayabiliyorken, herşeyimizi yazmaya başlayayım....
Senden bana kalan en güzel miras bu. Çocuklarımıza bırakabileceğim hatıralarımız...
Seni seviyorum.
Kızın,
Brf
Çok içlenerek ve benzer hislerle sürekli kafamda filmler yazıp yaşattığım babaannemi düşünerek okudum. Demekki her sevginin dibinde aynı hisler varmış. Rahmet olsun.
YanıtlaSilMehmet Güli AYTAR.