Ana içeriğe atla

EKSİK

Yıllar geçmişti; seninle son kez görüştüğümüz o günün üzerinden. Nereden bilebilirdim ki yıllar sonra tekrardan görüşeceğimizi; sonumuzun ne olacağını bilmeden. Şimdi "Keşke" diyorum; "Keşke tekrardan karşılaşmasaydık da bu kadar üzmeseydik; üzülmeseydik..."

Biz hiçbir zaman BİZ olamadık; eskiden çevremizdeki insanlardı buna sebep; şimdiyse biz... Neden diyorum; neden? Sen ne benimle yapabildin; ne de bensiz. Ben ne seninle yapabildim; ne de sensiz.
Birlikteyken ittik birbirimizi; uzaktayken çektik kendimize. Bu böyle sürdü gitti; aylarca, yıllarca.
Aslında çok yakınken, bir bakışla, bir dokunuşla hissederken ne demek istediğimizi; yeri geldi anlamadık birbirimizi. Hatta hiç anlamadık. Yanlış anladık. Yoksa öyle mi anlamak istedik? Korktuk mu biz? Kendimizi büsbütün teslim etmeye birbirimize? Bu yüzden mi oldu yanlış tanıma ve anlama merasimleri?

Hatırlıyor musun seninle gittiğimiz o eski meyhaneyi? Yıllar sonra ilk kez başbaşa kaldığımız o akşamı. O akşam tüm anılarımızı, geçmişimizi, özlemlerimizi, kayıplarımızı ve hayallerimizi sermiştik masaya. Yüzündeki o hüzünlü mutluluğu nasıl unutabilirim ki ben?

Biz tükettik birbirimizi. Her şeyi baştan sona yanlış zamanda, yanlış şekilde, yanlış yerlerde yaşadık; ve tükettik sonunda. Öfkelerimizle büyüttük içimizdeki korkuları. Susarak itiraf ettik; ya çok erken ya da çok geç kaldığımızı. Hayatımıza ne sokabilip, ne de hayatımızdan tamamıyla çıkarabildiğimizi...

İkimiz de yarım kalmışken, yarım yaşamışken her şeyi, nasıl bekleyebilirdik ki birbirimizden tam olmayı, BİZ olabilmeyi...
Hayatımız parçalı; duygular, yaşanmışlıklar, özlemler eksik. Sen eksik. Ben eksik. Baştan beri biliyorduk; olamayacağını; çünkü eksikler geçmişiyle beraber gelirler; eksik kalır; ne yaparsan yap dolduramazsın yerini hiçbir şeyle. Ama yine de istedik; küçücük bir çocuğun bir şeye sahip olmak için tutturması gibi; biz de tutturduk. Ama boşluktu tutmaya çalıştığımız; sonu olmayan, karanlık dipsiz bir kuyunun içinde aradık biz aşkı, sevgiyi, tam hissetmeyi, mutluluğu... Olmadı.
Hak ediyorduk ikimiz de çok sevmeyi ve sevilmeyi. Çünkü aslında eksik tarafımız da buydu. İstediğimiz de buydu. Ama o korkularımız, bizimle beraber büyüyen korkularımız...

Ben, seni herkesten iyi anlayan, bir bakışınla bile gözlerindeki her şeyi okuyabilen. Sen beni içten içe çok seven, ama bunu kendine itiraf etmekten bile korkan.

Kaybetmek istemiyoruz birbirimizi. Biliyoruz ki, hayatımızdaki eksik kalan her şeyi aslında biz anlayabiliriz; biz doldurabiliriz. Biliyoruz ki, hayatımızın hangi döneminde olursa olsun; bizim birbirimize ihtiyacımız var; sesimizi duymaya; birbirimize dokunmaya, hiç konuşmadan anlaşmaya. Hiç utanmadan; özlediklerimiz için "onu çok özledim" diyebilmeye.

İhtiyacımız var.





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SARI KIZLA SARI OĞLAN

Bir bebek gelmiş dünyaya. Gözleri masmavi bakmış; aydınlatmış adeta çevresindeki karanlığı. Öyle bir maviymiş ki, geleceğe umut saçacak gibi. Dudakları öylesine güzelmiş ki, onlar da sanki sözleriyle, dokunuşlarıyla insanlığa iyiliği, saflığı, şefkati, masumluğu öğretecek gibi. Saçları hele, altının en göz kamaştırıcı halindenmiş. İnsanlar yanına yaklaştıklarında, mühürlenirlermiş. Gidemezlermiş. Öyle kalır, bakakalırlarmış. Bebekse onlara en sıcağından, en içteninden, gözleriyle, sonra dudaklarıyla ve daha sonra minicik ellerini çırpmalarıyla gülümsermiş. Mest olurlarmış onun bu mutluluğunu görenler; çünkü bebek  onları yeniden doğmuş bebek gibi tüm günahlarından arınmış hissettirirmiş. Bebek büyümüş, büyüdükçe daha da güzelleşmiş. Altı yaşındayken en az onun kadar güzel ve masum bir kız kardeşi olmuş. Çok sevmiş onu, sanki babasıymış gibi onu korumuş, kollamış. Birlikte oynamadıkları oyun, saklanmadıkları köşe kalmamış. En sevdikleri de "kim daha çabuk bitirecek tabağındak...
Nedendir bilmem, eskiye hep bir özlem duymuşumdur. Hatırlar mısınız? Çocukluğumuzda elimize tutuşturulan anket defterlerinde bir soru vardı: Geçmişte mi, şimdide mi yoksa gelecekte mi yaşamak isterdiniz?, diye. Benim cevabım daha o zamandan belliydi; geçmişte... Geçmiş zamanlar, eski defterler, eski müzikler, eski türk filmleri, eski kıyafetler, eski insanlar ayrı bir güzel.. Hepsinin ayrı anısı, ayrı kokusu, ayrı tadı var.. Geleceğe özenenleri, teknoloji aşığı insanları anlayabiliyorum; ama asıl "gerçeklik" geçmişte değil midir? Geçmişte yaşanmamış mıdır? Geçmişinizle ilgili herhangi bir şey getirin aklınıza; çocukluk arkadaşlarınızla çocukluğunuzda oynadığınız oyunlar, eski okulunuzdan anılar, gittiğiniz tatiller, izlediğiniz ilk film, bir şarkı.. Yüzünüzde ufacık bir tebessüm oluştuysa, ne mutlu bana... Hatırlamayı unutmayın. Mutlu kalın...

YAPMA

Yapmayacaksın arkadaş, yapmayacaksın.. Sana değer vermediğini hissettiğin hiçkimse için, ilişkin ne boyutta olursa olsun, kılını bile kıpırdatmayacaksın. Sonbaharda sararan yapraklar ağaçtan düşer ya, onları toplamaya kalkışma, tekrardan yeşeremez onlar; yeşertemezsin. Bırak, yerde kalsınlar. Haketmediğin halde seni üzenler var ya, artık onlar için üzülme; çünkü onlar da seni haketmiyorlar, emin ol. İçin içini yer, tam nefes almaya çalışır, alamazsın, içinden bir sayı tut, o sayıya kadar say, bak nasıl da nefes alıyorsun. Hayata bir kere geliyorsun; sakın, sakın "neden" deyip, beyninin içinin önce karıncalanıp, sonra uyuşmasına izin verme. Yapma.