Ana içeriğe atla
Yıl 2012. Küreselleşmenin de küreselleşmesi. Gelişme çağı. Teknoloji çağı. Ya da "aynılaşma çağı". "Tüketme çağı". Maalesef benim küreselleşmeden anladığım bu. İnsanlar teknolojiye, gelişime ayak uydurayım derken, kendi değerlerinden veriyorlar; farkında olanlar var; ellerinde değil,  ayak uydurmak zorundalar; yoksa kürenin dışında kalırlar. Farkında olmayanların hali ise...
Bitmek bilmeyen bir eskime, eskitme modası söz konusu. Daha bir ürünü yeni almış, kullanmaya başlamışken; gazete aralarına sıkıştırılan eklerde, otobüs duraklarında, televizyonlarda; kısacası ulaşabileceğimiz her yerde; o ürünün bir üst modeli sunuluyor. İnsanoğlu haliyle, elindeki yeni almış olduğu üründen vazgeçip, yeni hedefine ulaşmaya çalışıyor. Ayak uyduracak ya çevresine; sahip oluyor o yeni ürüne de. "Ötekileşiyor" bir başka deyişle.
Farkettiniz mi bilmiyorum ama; artık okumaya da vakit ayrılmıyor. Okumak; "okumaya vakit ayırmak" olarak değil, "okumaya vakit harcamak" gibi görülüyor. Uzun uzun gazete alıp, keyfine vara vara okumak yerine, artık internetten kısa başlıklı özetler okunuyor. Bazen buna bile gerek kalmıyor; Zaten güncel haberler hakkında bilgi paylaşanlar vardır diye, güncel gelişmeler Facebook ya da Twitter'dan bile takip edilebiliyor.
Ama dediğim gibi; uzun ve oyalayan, vakit alan cümleler değil, kısa, özetlenmiş cümleler olacak. Neden mi? Çünkü artık insanların vakti yok. Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme çabası...
Herkes herkesten bir adım önde olmaya çalışırken, aslında bu yarışta ufak bir detayı gözden kaçırıyor: Aslında herkes herkesle aynılaşma çabasında. Ellerinde mi buna baş kaldırmak? Kürenin dışında yaşamak koşuluyla, evet... Böyle bir yaşamı tüm bilinçliliğiyle seçenlerin, "ötekileşme"yi reddedenlerin, "aslında aynılaştıran gelişmelerin" girdabından çıkmadan, çıkamadan yaşayanlardan çok daha mutlu olduklarına inanıyorum. Onlar "seçilen" değil, seçilenlerin arasından sıyrılmış "seçen" oldukları için. Onlar özgür oldukları ve özgürlüğü kimseye bağlı olmadan, içlerinden geldiğince yaşadıkları için. Saygı duyuyorum.

Bu yazımın sonunu bu şekilde noktalıyorum. Ben dahil, yazımı okuyanları biraz düşünmeye çağırıyorum:

Çare?

Yorumlar

  1. Çare yok; yani çözüm için, değişmek için kitleleri değiştirmek gerek ama maalesef sadece kendimizden sorumluyuz...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

SARI KIZLA SARI OĞLAN

Bir bebek gelmiş dünyaya. Gözleri masmavi bakmış; aydınlatmış adeta çevresindeki karanlığı. Öyle bir maviymiş ki, geleceğe umut saçacak gibi. Dudakları öylesine güzelmiş ki, onlar da sanki sözleriyle, dokunuşlarıyla insanlığa iyiliği, saflığı, şefkati, masumluğu öğretecek gibi. Saçları hele, altının en göz kamaştırıcı halindenmiş. İnsanlar yanına yaklaştıklarında, mühürlenirlermiş. Gidemezlermiş. Öyle kalır, bakakalırlarmış. Bebekse onlara en sıcağından, en içteninden, gözleriyle, sonra dudaklarıyla ve daha sonra minicik ellerini çırpmalarıyla gülümsermiş. Mest olurlarmış onun bu mutluluğunu görenler; çünkü bebek  onları yeniden doğmuş bebek gibi tüm günahlarından arınmış hissettirirmiş. Bebek büyümüş, büyüdükçe daha da güzelleşmiş. Altı yaşındayken en az onun kadar güzel ve masum bir kız kardeşi olmuş. Çok sevmiş onu, sanki babasıymış gibi onu korumuş, kollamış. Birlikte oynamadıkları oyun, saklanmadıkları köşe kalmamış. En sevdikleri de "kim daha çabuk bitirecek tabağındak...
Nedendir bilmem, eskiye hep bir özlem duymuşumdur. Hatırlar mısınız? Çocukluğumuzda elimize tutuşturulan anket defterlerinde bir soru vardı: Geçmişte mi, şimdide mi yoksa gelecekte mi yaşamak isterdiniz?, diye. Benim cevabım daha o zamandan belliydi; geçmişte... Geçmiş zamanlar, eski defterler, eski müzikler, eski türk filmleri, eski kıyafetler, eski insanlar ayrı bir güzel.. Hepsinin ayrı anısı, ayrı kokusu, ayrı tadı var.. Geleceğe özenenleri, teknoloji aşığı insanları anlayabiliyorum; ama asıl "gerçeklik" geçmişte değil midir? Geçmişte yaşanmamış mıdır? Geçmişinizle ilgili herhangi bir şey getirin aklınıza; çocukluk arkadaşlarınızla çocukluğunuzda oynadığınız oyunlar, eski okulunuzdan anılar, gittiğiniz tatiller, izlediğiniz ilk film, bir şarkı.. Yüzünüzde ufacık bir tebessüm oluştuysa, ne mutlu bana... Hatırlamayı unutmayın. Mutlu kalın...

YAPMA

Yapmayacaksın arkadaş, yapmayacaksın.. Sana değer vermediğini hissettiğin hiçkimse için, ilişkin ne boyutta olursa olsun, kılını bile kıpırdatmayacaksın. Sonbaharda sararan yapraklar ağaçtan düşer ya, onları toplamaya kalkışma, tekrardan yeşeremez onlar; yeşertemezsin. Bırak, yerde kalsınlar. Haketmediğin halde seni üzenler var ya, artık onlar için üzülme; çünkü onlar da seni haketmiyorlar, emin ol. İçin içini yer, tam nefes almaya çalışır, alamazsın, içinden bir sayı tut, o sayıya kadar say, bak nasıl da nefes alıyorsun. Hayata bir kere geliyorsun; sakın, sakın "neden" deyip, beyninin içinin önce karıncalanıp, sonra uyuşmasına izin verme. Yapma.