Nescafem, sigaram, kitabım ve battaniyemle evimde oturuyordum. Kitabımın aynı sayfasındaydım saatlerce. Sen, her zamanki gibi kurcalıyordun beynimin içini. Kapı çaldı, sendin. Suratıma bile bakmadan adımını sınırlarımdan içeri taşıdın ve bir sigara yaktın. Hızlı ve telaşlı bir sekilde yürürken yuzume baktın, ve bitti dedin. Olmayacak. Olamaz. Kulaklarım çınlamaya, ellerim titremeye başladı. Neden peki, dedim. Aşığım dedin, bir başkasına.
Bir bebek gelmiş dünyaya. Gözleri masmavi bakmış; aydınlatmış adeta çevresindeki karanlığı. Öyle bir maviymiş ki, geleceğe umut saçacak gibi. Dudakları öylesine güzelmiş ki, onlar da sanki sözleriyle, dokunuşlarıyla insanlığa iyiliği, saflığı, şefkati, masumluğu öğretecek gibi. Saçları hele, altının en göz kamaştırıcı halindenmiş. İnsanlar yanına yaklaştıklarında, mühürlenirlermiş. Gidemezlermiş. Öyle kalır, bakakalırlarmış. Bebekse onlara en sıcağından, en içteninden, gözleriyle, sonra dudaklarıyla ve daha sonra minicik ellerini çırpmalarıyla gülümsermiş. Mest olurlarmış onun bu mutluluğunu görenler; çünkü bebek onları yeniden doğmuş bebek gibi tüm günahlarından arınmış hissettirirmiş. Bebek büyümüş, büyüdükçe daha da güzelleşmiş. Altı yaşındayken en az onun kadar güzel ve masum bir kız kardeşi olmuş. Çok sevmiş onu, sanki babasıymış gibi onu korumuş, kollamış. Birlikte oynamadıkları oyun, saklanmadıkları köşe kalmamış. En sevdikleri de "kim daha çabuk bitirecek tabağındak...
Yorumlar
Yorum Gönder